Tatil yolundan dönen Marquez kendini odasına kapatır. Odasına girerken eşine söyledikleri şunlardan ibarettir. "Ailemizin ve evimizin geçimi sana emanet" Onu 18 ay boyunca odasından çıkarmayan cümle ise şöyledir "Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini anımsayacaktı." Böylece ortaya ilk baskısının bir hafta içinde tükeneceği yazarın başyapıtı olan Yüzyıllık Yalnızlık doğmuş olur.
"En çok yandığım da, bunca zamanı yitirmiş olmamız."
1982 Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasını sağlayan Yüzyıllık Yalnızlık hakkında yazar "Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda,
çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım. Ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı. Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı büyük bir dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım. Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız." demiştir.
Gabriel Garcia Marquez’in bahsettiği tam da buydu işte; büyülü gerçeklik. Kitabı okuması keyifliydi ve süregelen bir şeydi ayrıca yaşanan olağanüstü olaylar okuyucuyu şaşırtmıyordu çünkü büyülü gerçeklik dedikleri tam da buydu.
"Birisi kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve kanamaya başlıyor yeniden oluk oluk. Birine teslim olduğumuzda içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıyor. O yüzden değil mi içimizi tutmalarımız, birine teslim olmaktan korkmalarımız, ortalıkta gergin ve tedirgin dolanmalarımız? 'Anlatsam mı anlatmasam mı?' kararsızlığımız. 'Bu sevgi beni acıtır mı?' kuşkularımız."
Çocukluğunun geçtiği kasaba Aragataga , Marquez için Macondo olmuştur. Çocukluğundan beri yaşadıkları hikâyeleri anlatmak amacıyla yaratmış olduğu bu kasabanın adı ilk olarak Yaprak Fırtınası adlı eserinde karşımıza çıkmaktadır. Aragataga gerçekte de nehir kenarına kurulmuştur, kitapta ki gibi yıllar boyunca Muz şirketlerinin sömürüsü ile yaşamak zorunda kalmışlardır.
Buendia ailesinin yüzyıllık yok oluşunu, içsel yalnızlığını anlatıyor bize Marquez. Bunu anlatırken de büyülü gerçekliğini konuşturuyor.
Toprak yiyen Rebeca'yla, büyücülerin, öldükten sonra dirilip gelen ruhların, cennete doğru yükselen Amaranta'nın, tanrının fotoğrafını çekerken kafayı yiyen José Arcadio Buendio'nun anlatılması ile yazar büyülü gerçeklik akımına en güzel örneği bırakmıştır. Sadece bunlarla kalmayıp bütün kasabayı etkileyen uykusuzluk hastalığının ardından unutkanlık hastalığını da efsanevi anlatımıyla yazar, okuyucuyu etkilemiştir.
Kitapta isim benzerlikleri dikkat çekerken ve kafa karıştırırken ismi aynı olanların kaderinin de aynı olduğunu söyleyebiliriz. Hikâyede en aklı başında olan ve geleceği görebilen Ursula bu durum hakkında “Bütün Aurelianoların içine kapanık ve aklı başında olmalarına karşın, Jose Arcadiolar atak ve girişken oluyorlar, ancak mutlak belaya çatıyorlardı. " demektedir.
6 kuşak boyunca ilerleyen hikâyede Buendia ailesi 461 sayfaya sığdırılarak yazarın mükemmel kalemi gözler önüne seriliyor.
Comments