Vadideki Zambak, 1836 yılında ilk yayınlandığında ne yazık ki ilgi görmez ve Balzac’ın o dönemde en az satılan romanı olur. Yazar yine de eserine olan güvenini asla kaybetmez. Onun kitabına olan bu derin inancı, eseri bugünkü başarıya kadar ulaştırır. Bugün bazı yazarlar tarafından Vadideki Zambak, Balzac’ın başyapıtı olarak kabul edilir.
Vadideki Zambak’taki olaylar 1809-1836 yılları Fransa’sının taşrasında ve Paris’inde soylular etrafında gerçekleşir. Platonik ve umutsuz bir aşkı konu alır.
"Bana hüzün veriyor, yine de onu sevmeye devam ediyorum."
Genel olarak karşılıksız bir aşk romanı demek haksızlık olur çünkü yazar aşk adı altında o kadar çok konuya değiniyor ki hayran kalmamak imkânsız hâle geliyor. Kitabın ana karakterlerinden biri olan Henriette evli ve 2 çocuk annesi bir kadındır. Platonik âşık diyebileceğimiz Felix ise ailesi tarafından sevgi görmemiş ve hor görülmüş bir çocuktur. Aslında hikâye de burada başlıyor; ailesi tarafından hor görülen Felix’in kırlara gönderilmesiyle. Doğal güzellikten etkilenen Felix âşık olduğu kadını bu vadinin zambağı ile özdeşleştiriyor. Felix için Henriette âdeta zambağın vücut bulmuş hali. Bu zambak betimlemesi kitabın ismine layık bir biçimde sonuna kadar devam etmiştir.
"Zambağım benim. Düşüncelerimle okşadığım, ruhumla öptüğüm, insan şeklinde açmış çiçeğim."
Bana göre Henriette’ ye âşık olmasının en büyük sebeplerden biri de Henriette’ nin içindeki her şeyden önce iyi bir anne olma çabalarıdır çünkü Felix hiçbir zaman anne sevgisi görmemiştir. Hiçbir zaman hissedemediği o sevgiyi iyi bir anne olmak gibi amacı olan Henriette’de aramıştır. Henriette’nin Felix’le aşkını yaşamak için bir fırsatı varken anneliğini düşünen ve çocukları için Felix’ten uzak duran Henriette , aslında yaptığı fedakarlıkla umutsuz aşkı gözler önüne seriyor. Fırsat demişken kontun sürgüne gönderilmesi ve tutarsız hareketleriyle evlerinde sürekli gergin bir hava oluşuyordu. Kontun bu tutarsız davranışları kontesle olan evliliğine de yansıyordu. Yazar şatodaki yaşantıyı ve karakterleri gerçekten de çok etkileyici bir şekilde tasvir etmiş. Stefan Zweig, Balzac'ın insanları bu kadar iyi anlatabilmek için gözlem yapma fırsatının olmadığını, bu başarının bir yetenek olduğunu düşünüyordu. Oldukça güzel tasvirler yapan Balzac, bu konuda özgün ve kesinlikle bir üstat.
" Sen beni sevdikten sonra, başkasının benim gözüm de ne önemi var ki."
Yazar, aşk, fedakârlık, annelik ve ihanet kavramlarını aslında iki kadın karakter üzerinden karşılaştırıyor. Âşık olan, fakat çocuklarından vazgeçemeyen Fransız kadını ile yine aynı kişiye âşık olan ve aşkı için ailesi, serveti ve itibarından vazgeçen İngiliz kadını karşılaştırılıyor.
Yazarın hangi tarafı tuttuğu aslında çok açıktı. Yazarın İngiliz soğukluğu ve menfaatçiliği aleyhine bir duruşu olduğunu ve Lady Dudley üzerinden bütün İngiliz kadınlarını suçladığı görülmekteydi. Protestanlık ve Katoliklik karşılaştırmasıyla yine Fransız kadınının dini duyarlılığı ve erdemleri yazar tarafından ön plana çıkarılmaktaydı.
Ben, kontesi onaylamadım aslında ama acılarını, çaresizliğini yazar anlatımıyla okuyucuya çok güzel hissettirdi. Yaptıklarını onaylamadığım halde karakteri bu kadar iyi anlamam Balzac’ın mükemmel kalemi sayesinde. Kontesin ölümüne yakın sayıklamalarda İngiliz kadını gibi yaşamak istediğini haykırması çok acıklıydı.
Kitapta yer alan mektuplar ise çok etkileyiciydi ve okuması keyifliydi. Kontesin öldükten sonra Felix’e okuması için bıraktığı mektup; aşk, fedakârlık, inanç ve ihanet kavramları okuyucuda farkındalık oluşturması açısından son derece etkili ve öğreticiydi. Bunun yanında özellikle son sayfada Nathalie’nin yazmış olduğu mektup kitabın sonuna yaraşır bir biçimdeydi.
Comments