top of page

Köklerin neredeyse orada çiçek açarsın...

Güncelleme tarihi: 30 Oca 2021

Büyükannemin söylediği en güzel sözdü bu..."Çünkü kökün ne kadar güçlü olursa vereceğin meyve de o kadar güzel olur. Ancak benim meyve verecek dallarımı daha on yedi yaşındayken kırdılar."


İkinci Dünya Savaşı dönemine ait filmler ve kitaplar hep ilgimi çekmiştir. Erik Ağacı da bu kategoride bir kitap. Almanların gözünden 2.Dünya Savaşı'nı anlatıyor. 1938-1945 yılları arasını Almanların nasıl geçirdiğini anlatan bir roman.


Kitap zengin Yahudi Isaac ile fakir Alman kızı Christine'nin aşkı ile başlıyor. Aslında kitaba aşk romanı demek haksızlık olur. Yazarın babası ABD'li, annesi Alman. Annesi 2.Dünya Savaşı'nı yaşamış ve zaten bu kitap da kızına anlattıklarından yola çıkarak kurgulanmış. Yazar kitabında Almanya'da doğmuş Alman ırkından olan annesinin Hitler döneminde yaşadığı olaylardan yola çıkarak kaleme almış bu hikâyeyi. Ancak yazar şöyle bir ekleme yapıyor hikâyesiyle ilgili: "Nazilerin Yahudilere yaptıklarına karşı hâlâ bu kadar hassasken savaş döneminin bir Alman için nasıl geçtiğini anlatan bir roman yazmalıydım. Ama satmasını istiyorsam kitabımda bir değişiklik yapmam gerektiğini de biliyordum. Sonra James Cameron'ın talihsiz Titanic'in büyük hikâyesini anlatmak için bir aşk hikâyesi kullanışını hatırladım. Böylece genç bir Alman kız ve Yahudi çocuğun arasında aşk doğdu."

"Çünkü her hikâyenin iki yüzü vardır."



Kitap ilk sayfalarından beri var olan bir aşk hikâyesinin içine atıyor bizi. Isaac, Yahudi , zengin bir ailesi var ve yanlarında çalışan Almanların kızı Christine’e âşık. Olaylar ilk önce Almanların Yahudilerin yanında çalışmasının yasaklanması ardından sokağa çıkma yasağının başlamasıyla gelişiyor. Christine ve ailesi işsiz kalıyorlar fakat başta Yahudiler kadar zorluk çekmiyorlar. Yahudilerin evine girilip yağma yapılırken Alman olan Hristiyanlar da yemek kıtlığı yaşıyorlar. Bombaların atılmaya başlanmasıyla asıl acılar, çaresizlikler başlamış oluyor. Christine iki adım ötesindeki Isaac’i görmeden yıllar geçiriyor. Aylar, yıllar siren sesleriyle uyanıp sığınağa koşmakla geçiyor.

"Yakında bitecek. Çok yakında. İçinden söylediklerinin doğru olması için dua ediyordu."

Christine için o zamanlar tek düşündüğü sığınağa kardeşlerini, büyükanne ve büyükbabasını annesiyle beraber zamanında yetiştirebilmek. Babası yaşlı olsa da Rusya’nın dondurucu soğuğunda savaşa gönderiliyor. Hitler onu sapkın düşünceleriyle ürettiği safkan çocuk üretme projesine bile almayı düşünüyor.

"Güzel anıları hatırlamak kendini iyi hissettirmişti. Hatta her şeyin düzeleceğine dair içinde bir umut bile yeşermişti."

Hikâyenin bir Yahudi gözünden değil de Alman gözünden işlenişi oldukça etkileyiciydi. Kitapta yer alan "Savaş herkesi mağdur eder." sözünü çok iyi anlatmış yazar bu sayede. Hitler'i desteklemeyen, Hitler yüzünden hayatları mahvolan Almanları da görüyoruz öyküde.


Yazarın sıkı araştırmasıyla anlatılanlarda bir kopukluk yoktu. Akıcı ve anlaşılır bir dil kullanılmıştı. Kitabın tek rahatsız eden tarafı yaklaşık ilk 50 sayfasında yazarın mekân tasvirleriyle okuyucunun gözünde mekânı canlandırmak isterken okuyucuyu bu tasvirlerin arasında boğmasıydı. İlk 50 sayfada fazlaca, gereksiz tasvirler, betimlemeler arasında boğulsanız bile kitabı bırakmayın çünkü gelişme kısmında olaylar çok sahici ve hikâye kesinlikle sürükleyici. Giriş ve sonuç kısmı sıkıcı olsa da hikâyenin gelişme kısmı heyecan vericiydi.


Hikâye bir Alman mahallesinde başlayıp Dachau Toplama Kampı'na kadar uzanıyor. Dönemin tüm caniliklerine yazarın sıkı araştırmasıyla şahit oluyoruz. Yazarın anlatımı o kadar gerçekçiydi ki sonunun mutlu bitebileceğini düşünmemiştim. Kitabın konusu beni gerçekten etkiledi ama sonu mutlu bitince hayal kırıklığına uğramış gibi hissettim. O kadar yürek burkan olayların ardından basit bir son olmasını istemezdim. Yine de kitap genel olarak çok etkileyiciydi. Dünya Savaşlarını konu alan kitapları okumayı seviyorsanız eğer bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.

83 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2_Post
bottom of page